18 Eylül 2016 Pazar

Anma Töreni

 

  Elindeki resme yaklaşık on beş dakikadır gözünü kırpmadan bakıyordu Sabiha Hanım. Her sene böyle yapardı. Duygularını tazelerdi. Fotoğraftaki adam çok güzel gülümsüyordu. Ancak insanlar hiçbir zaman fotoğraflarda içten güzel olmaya gösterdikleri özeni, normal hayatlarında göstermezlerdi. Fotoğraftaki adam da böyleydi. En azından iki saatliğine bu adamın güzel biri olduğuna inandırmalıydı kendini. Yılda bir gün, sadece iki saat için bunu yapmalıydı.

  Kapı çaldı. Araba gelmişti sanırım. Kapıyı açtığında karşısında yine her sene olduğu gibi Meltem Hanım vardı. Meltem Hanım her hareketiyle samimiyetsizlik timsali bir kadındı. Senede bir gün gelir, sürekli samimiyetsiz bir biçimde gülümser, her sene yapması gerekenleri Sabiha Hanım'a üç yaşında çocuğa anlatır gibi anlatır ve sonra görevi biterdi. Bir dahaki seneye kadar da aramazdı Sabiha Hanım'ı. Meltem Hanım yine o samimiyetsizliğiyle konuşmaya başladı: "Nasılsınız Sabiha Hanım? Bizler mi? Bizler de iyiyiz çok şükür. Koşturup duruyoruz işte. İnelim mi aşağıya?". Sabiha Hanım bu kadını ne zaman görse ona acırdı aslında. Şüphesiz o da parasını samimiyetsiz gülümsemeler üzerinden kazanmak istemezdi. Ama belediyenin samimiyetsizlik üzerine ayırdığı bütçeden mecburen birilerinin faydalanması gerekiyordu. Neyse en azından Meltem Hanım işini hakkıyla yapanlardandı.

  Aşağı indiklerinde her sene olduğu gibi mahalleli yine balkonlarda ve camlardaydı. Sonuçta bu mahalleye böyle bir araba her zaman gelmiyordu. Yukarısında geçimini hala yapıştırmalı cikletler üzerinden sağlayan bakkalın bulunduğu bir mahalleydi burası. Böyle arabanın girmesi mahalleliye en az üç gün yetecek kadar konuşulacak malzeme çıkarıyordu. "Arabanın içinde çay falan da oluyormuş.", "Aslında araba Sabiha Hanım'ın diyorlar ama o istemiyormuş.", "Sabiha Hanım'ı arabayla bütün gün gezdiriyorlarmış.". Oysa Sabiha Hanım'ın bunların doğru olmadığını her sene anlatıyordu. Arabanın sahibi zaten belediyeydi. Bütün gün gezdirmiyorlardı, arabanın içinde kaldığı süre en fazla yarım saatti. Arabanın içinde çay falan da yoktu. Sadece Meltem Hanım ve en az Meltem Hanım kadar samimiyetsiz olan ama samimiyetsizliğinin yanında şoförlük görevini de icra eden İdris Bey vardı. İdris Bey de aynı samimiyetsizlik ile konuşmaya başladı: "Ooo Sabiha Hanım nasılsınız efendim? Bizler de iyiyiz çok şükür efendim. Direksiyon başındayız işte sabahtan akşama kadar.". İdris Bey ile Meltem Hanım'ın yanı sıra kullandıkları cümleler de belediyede çalışıyordu sanırım.

  Spor salonunun önüne gelmişlerdi. Kafasını kaldırıp yukarı baktı Sabiha Hanım. "Hüsnü Akkaş Spor Salonu" tabelası, en az Hüsnü Akkaş'ın kendisi kadar heybetliydi. Bu tabelanın önünden ne zaman geçse duygulanırdı, bir çeşit nefret ile bir çeşit gurur sürekli çatışırdı içinde. İçeri girdiler. Protokol dizilmeye başlamıştı yine. Belediye başkanı, vali, vali yardımcıları... Hepsiyle tek tek merhabalaştı yine Sabiha Hanım. Zaten ötesine de geçemezdi. Her sene bütün protokole "Merhaba" dedikten sonra protokolde kendisine ayrılan yere otururdu.
  Tören başladı. Sunucu değişmişti bu sene. Geçen seneki sunucu kızın sesini ve duruşunu sevmişti aslında Sabiha Hanım. Bu sene uzun boylu, saçları özenle yana taranmış ve tok sesli bir adam vardı. Bu adamı da sevdi Sabiha Hanım. Sunucularla pek sorun yaşamazdı zaten. Sunucu başladı: "Sayın valim, sayın belediye başkanım ve sevgili konuklar. Olimpiyat Şampiyonu Hüsnü Akkaş'ı Anma Programı'na hepiniz hoşgeldiniz. Programa başlamadan önce Hüsnü Akkaş'ın kızı Sabiha Yılmaz'a da bizleri kırmayıp bugün burada olduğu için teşekkür ederim.". Bu da sunucu samimiyetsizliğiydi. Gerçi sunucu ne yapacaktı ki? Gelip elini mi öpecekti sanki Sabiha Hanım'ın? Bu samimiyetsizlik biçimine çok takılmazdı.

  Protokolden birkaç kişinin konuşma yapmasından ve birkaç tane müsabakanın videoları gösterilmesinden sonra fotoğrafların gösterileceği slayt gösterisi başladı. Bütün fotoğraflar ve sıralamaları aynıydı yine. Kim değiştirmeyle uğraşacaktı ki? Senede bir gösterilecek fotoğrafların için her sene ayrı bir uğraş mı olacaktı? Değmezdi.

  İlk fotoğraf son olimpiyatları olan Tokyo Olimpiyatları'ndandı. İkinci olmuştu o turnuvada. İkinci olduğunda çok sinirlenirdi. Tokyo'dan geldiğinde de inanılmaz sinirliydi. Evdeki herkese bağırmıştı. Ortalığı ayağa kaldırmıştı. Yenilmek onun karakterine aykırıydı. Başarısının en büyük sebebi buydu belki de.

  İkinci fotoğraf Tahran'da Dünya Şampiyonu olduğu turnuvadandı. İranlı güreşçiyi İran'da yenmek inanılmaz bir başarıydı o zaman. Bütün salon bu maça kilitlenmişti ve salondaki herkes İranlı güreşçinin lehine tezahürat yapıyordu. Başka bir güreşçi olsa belki motivasyonu bozulabilirdi ama o daha da motive olup o maçı almıştı.



  Sıra üçüncü fotoğrafa geliyordu. Bu fotoğrafı her görüşünde heyecanlanırdı Sabiha Hanım. Çünkü annesiyle babasının aynı karede bulunduğu tek fotoğraftı bu. İstanbul Dünya Güreş Şampiyonası Serbest Stil Dünya Birincisi Hüsnü Akkaş madalyasını alıyordu. Hüsnü Akkaş ile üçüncü olan güreşçinin arasından gözleri mutlulukla parlayan bir kadın vardı. İşte bu kadın Sabiha Hanım'ın annesi Bedia Hanım'dı. O gün müsabaka bitene kadar eşine dua etmişti. Madalya takılırken belki de Hüsnü Akkaş'ın kendisinden daha sevinçliydi.

  Bedia Hanım ile Hüsnü Akkaş genç yaşta evlenmişlerdi. Evlendiklerinde ikisi de seviyordu birbirini. Üç çocukları olmuştu zamanla. Hüsnü Akkaş büyük hedefleri olan genç bir güreşçiydi. Ona bu hedeflerine ulaşması için Bedia Hanım'dan başka kimse yardımcı olmazdı. Herkese gerçek dışı görünürdü bu hedefler. Ama çift bu hedeflere ulaşana kadar hiç yılmadılar. Hüsnü Akkaş sürekli olarak yeni başarılar kazanmaya başladı. Artık Türkiye çapında hatta güreşseverler tarafından dünya çapında tanınan bir isim haline gelmişti. Ama bu ün aileye pek olumlu yansımadı.

  Hüsnü Bey'in yeni bir çevresi oluşmaya başlıyordu artık. Onun ününden yararlanmaya çalışan bu çevre onun arkadaşıymış gibi davranırdı. Bedia Hanım hiç hoşlanmazdı onlardan. Birçok kez de uyardı Hüsnü Bey'i. Ancak Hüsnü Bey artık Bedia Hanım'ı dinlemiyordu. Hayatında ağzına sürmediği içkiye onlarla beraber başladı. Her gece sarhoş olarak geliyordu eve. Bedia Hanım ve çocuklarını hayattan bezdirecek kadar kötü davranıyordu. Kumar gibi alışkanlıklara da başlamıştı. Ama bütün bunlara rağmen güreş hayatında hala başarılıydı. Girdiği her turnuvada birinci oluyordu. Tokyo Olimpiyatları'na giderken de rahattı. Rakipsiz olduğunu düşünüyordu. Finale kadar da rahat geldi. Finalde de karşısında Amerikalı genç bir çocuk vardı. Maçın favorisi net bir şekilde Hüsnü Akkaş'tı. Ama finalde Hüsnü Akkaş'a bir şeyler olmuştu. Rakibi karşısında varlık gösteremedi. Ağır bir hezimet yaşadı. Bunun ardından daha da çekilmez birine dönüştü. Artık daha fazla içiyordu. Bedia Hanım'ın dayanacak gücü kalmamıştı ve boşandılar.

  Bedia Hanım eşine çok kırgın ve kızgındı. Bütün fotoğraflarını yaktı. Hayatı boyunca ona hep bu duyguları besledi. Sadece son nefesini verirken Hüsnü Bey orada olmamasına rağmen "Ona da hakkımı helal ediyorum." dedi.

  Hüsnü Akkaş ise Bedia Hanım'dan sonra bir kere daha evlendi. Bu evliliğinden de iki çocuğu oldu. Ama bu evlilik de yürümedi. Hüsnü Akkaş Tokyo'dan sonra sakatlandı. Bir daha hiçbir turnuvaya gidemedi. Haliyle bu durum yeni evliliğine çok kötü yansıdı. Yine boşandı.
 
  Dördüncü fotoğraf gelirken Sabiha Hanım bu günleri hatırlıyordu. Babasının onlara kötü davrandığı günleri... Babasına karşı bir kini yoktu aslında. Ama babasının kendilerine kötü davrandığı günleri de unutamıyordu. Yine de kardeşlerine göre iyi durumdaydı. Onlar bu törene bile gelmek istemiyorlardı.

  Dördüncü fotoğrafta Amerika'da aldığı altın madalyalı fotoğrafı bekliyordu. Resim açıldığında ise çok şaşırdı. Dördüncü fotoğrafı değiştirmişlerdi. Dördüncü fotoğraf, sabah gözünü kırpmadan baktığı fotoğraftı. Hüsnü Akkaş'ın olimpiyatlardan altın madalyayla döndükten sonra şehirde karşılanmasının fotoğrafı... Kenarda bir tane davulcu vardı, bir tane takım elbiseli adam tam Hüsnü Akkaş'ın yanındaydı. Bu adam o zamanın güreş federasyonu başkanıydı. Bir sürü insan vardı fotoğrafta. Hepsi onu karşılamaya gelmişti. Bir de Hüsnü Akkaş'ın kendisi vardı fotoğrafta. Hüsnü Akkaş ve elinden tuttuğu çocuğu... Bu çocuk Sabiha Hanım'dı.

  Beş yıldır geldiği bu anma törenlerinde ilk defa gözünden bir damla yaş düştü Sabiha Hanım'ın. Sabahtan beri baktığı fotoğraftı bu aslında ama birden babasıyla ilgili başka anılar da canlandı gözünde. Bu fotoğrafı çok net hatırlıyordu Sabiha Hanım. Günlerdir babasının gelmesini bekliyordu. Geldiğini gördüğünde direk sarılmıştı babasına. Babası da "Kızım" demişti. Kızım... Sabiha Hanım'a sayılı kez böyle seslenmişti. Sabiha Hanım'ın bunlardan en aklında kalanı buydu. Bunun ardından babasıyla beraber oyuncak bebek almaya gittikleri gün geliyordu. Orada demişti bir kere de. Sonra saklambaç oynadığı günler...

  Babasının çok kötü davrandığı günleri görmüştü Sabiha Hanım. Çoğu zaman da babasına kızgın bir şekilde yaşamıştı aslında. Ama içten içe onu, yani babasını hiçbir zaman sorumlu tutmamıştı. Çünkü onun "babası" ona hediyeler alırdı, oyun oynardı. Onun babası "Kızım" derdi ona. Fotoğraftaki adama sabahtan beri haksızlık ettiğini düşündü. Fotoğraftaki adam içten güzel olmaya çalışan bir adam değildi. O günlerde içten güzel olan bir adamdı. Sabiha Hanım'ın sevmediği ve kızdığı insan Olimpiyat Şampiyonu Hüsnü Akkaş'tı, Hüsnü Akkaş değil.

  Törenden çıkıp eve geldiğinde önceki yıllara göre daha mutlu gelmişti eve Sabiha Hanım. Yolda ne Meltem Hanım'ı ne İdris Bey'i ne de onların samimiyetsizliğini takmamıştı kafasına. Eve geldiğinde karnının acıktığını hissetti. Gitmeden önce yaptığı börekten yiyecekti. Tepsiyi fırından çıkardığında tepsinin yarısının boş olduğunu gördü. Anlaşılan oğlu Hüsnü yine adeta bir "Pehlivan" gibi yemişti böreği.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder