12 Nisan 2018 Perşembe

Sınır




Klişe bir film sahnesi vardır. Filmin bir karakteri rüyasında, öldüğünde veya olağandışı başka bir durum gerçekleştiğinde; bembeyaz bir yere gider. Yer, gök, sağ, sol, doğu, batı... Her yer beyazdır. Bu bembeyaz yerde yine olağandışı başka bir karakter ile karşılaşır. Bu kişi bazen bir melektir bazen de eski bir dost. Bizim filmlerimizde ise bu olağandışı kişi genellikle ak sakallı dede olur.

Kafamda olabildiğince sınırsız bir dünya kurmaya karar verdim. Bunun için bir insanı sınırlama ihtimali olan ne varsa dünyadan çıkardım.

Öncelikle bu sınırsız dünyayı kuran kişi ben olduğum için yırtıcı köpekleri çıkardım. (Gerçekten yolumu değiştirtecek kadar sınırlıyorlar beni.)

Sonra bütün insanlığı sınırlayan parayı çıkardım. "Parayı çıkartırsam sınıfsal farklılıklar, fakirlikler, savaşlar biter; sınırsız bir dünya oluşur." diye düşündüm. Ama ne kavgalar bitti, ne savaşlar, ne de fakirlik. Evet para diye bir şey yoktu ama insanlar birbirlerini sömürmek için başka araçlar buldular. Paraya göre oluşturduğum sınırsızlık algısının parayla sınırlı olduğunu fark ettim. "Herkesin eşit parası olursa sınırlar kalkar." derken, hiç kimsenin parasının olmadığı yerde bile sorunlar ve sınırlar oluştu.

İnsanlar birbirine rahat ulaşsın diye düşündüm. Ülkelerin sınırlarını, vizeleri, pasaportları sildim. Sınırlar silinince dağlar sorun oldu. Dağları da sildim. Ama insanlar bu sefer de denizleri geçemediler. Denizleri de çıkardım.

Evinde sınırlanmış hissedenler vardı. Evleri çıkardım.

Okullarda ve iş yerlerinde hapsolduğunu düşünenler vardı. Bu ikisini de çıkardım. Bu arada hapishaneleri de sildim.

Sınavları sildim. Karanlığı sildim. Hastalıkları sildim. Bağımlılıkları çıkardım.

Ailesi tarafından sınırlananlar vardı. Aileleri sildim.

Ölümden korkanlar için ölümleri çıkardım.

Ayağımızın altında zemin olmazsa yürüyemeyenler sınırlanmaz, dedim. Bütün zeminleri sildim.

Bakışlar sınırlıyordu. Gözleri sildim.

Duymak sınırlıyordu. Kulakları sildim.

Konuşulanlar sınırlıyordu. Ağızları sildim.

Yine de hala sınırlananlar vardı. Başka bir insanın varlığından sınırlanıyorlardı. En sonunda insanları da sildim.

Çıkartılacak bir şey kalmadı. Bahsettiğim film sahnelerindeki gibi bembeyaz yerler kaldı. Tek farkı ak sakallı dede yoktu. Çünkü ak sakallı dede de sınırlıyordu. Onu da sildim.

Zeminin, gökyüzünün, denizlerin, dağların olmadığı bembeyaz bir sınırsızlık insana ne hissettirirdi?

Bu sınırsızlık, doğduğundan beri -her insan gibi- sürekli olarak sınır aşmaya çalışan beni boğdu. Bu bembeyaz yer "Neden varım?" diye bile soramadığımız bir yerdi. Çünkü "Neden varım?" sorusu, dünyadaki sınırlılıkla birlikte oluşmuş bir soruydu.

"Neden varım?" sorusunu soramıyordum ama bu, soru sormama engel değildi. Ben de başka bir soru sordum: "Sınırsız bir yerde ben neden varım?".

Bu bembeyaz yerin henüz tam olarak sınırsız olmadığını fark ettim. Beni ben sınırlıyordum. Beni de sildim. Ve sınırsız dünyam, beni yok etti.

Sonra normal dünyama döndüm. Sınırları silemeyeceğime göre bir şeye göre sınır koymalıydım. Sınır koymak zor olmadı:

Sınır fıtratsa, fıtrat da sınırdı.

-------------------------------------------------------------------------------

İnsan olduğumu fark etme serüvenimi okuduğunuz için teşekkür ederim.


Makul Dergi'nin 5. sayısı için yazılmıştır.

BİZ




Ezber düşlere benzeyen bir kamuflaj

Belimizde çocukluktan kalma bir beylik gülümsemesi

Birbirimizden bihaber olduğumuz zamanlar

Biz durumu hayati olmayanlarız,

Birer el ateş

Çelik vücutlardan seken kurşunlar.



Estetik suretler çağında aynasız

Akıntısız bir suyun yanına kadar

İlave yüzlülerden cesur bir kaçış

Biraz karada biraz suda olanlarız,

Durgun suyun üzerinde gamzelerimizin yansıması

Sonra usulca suya girmiş başımız.



Perva, perva nedir?

Rabbi, gelecek olanlar arasında

Neden adımız pervasızlar?

Oysa biz içi dolu sandıkların şekli sabit anahtarlarıyız,

Boş binalar için korkulardan kilitler

Etrafa saçılmış bükülebilen maymuncuklar.



Naylon sihirler, başkaldıran gözler

Nabzın tepkisi üryanlıktan ırak

Gözden gönüle uzanan ses tellerinde

Islak çığlıklar atabilenleriz biz,

Mağrurluğumuz çim bitmez zeminlere

Damla damla kurşun atabilmekten.



Mahkumlarız, suçlularız, sabıkalılarız

Kınından çıkamayanlardanız, güçsüzleriz, mağlubuz

Öfkesini avuç içinde sıkı sıkı taşıyanlardanız

Kapısının önünden toz kaldıramayanlardanız

Döneceklerden değil dönmüşlerdeniz,

Yolumuz düzleme çıkmaz

Öbür ucu yanlışa parça doğrumuz var.





Makul Dergi'nin 5. Sayısı için yazılmıştır